Blog
Uzmanlarımızın Blog Yazıları
Çocuklarda Özgüven - Uzman Klinik Psikolog / Funda Es

Özgüven, çocuğun kendisine yönelik iyi duygular geliştirmesi sonucu kendisini iyi hissetmesi kendini değerli hissetmesiyle ilişkilidir. Kendi olmaktan memnun olması ve bunun sonucu kendisi ve çevresiyle barışık olması anlamına gelmektedir.

Çocuğun sevgiyi ve yeteneğini hissetme derecesi, gelecekteki yaşamında onu her alanda etkileyecektir. Aynı zamanda da, çocuğun yaratıcılık yeteneğini, diğerleriyle ilişkisini ve başarılı olmasını belirlemede önemli bir faktör olmaktadır.

İlk yaşlardan, çocukların kendilerine yönelik iyi duygular geliştirmeleri; hayatlarındaki önemli insanlar tarafından nasıl değerlendirildiklerine bağlıdır(anne-baba, öğretmen ve diğer büyükleri, ilerleyen yaşlarda arkadaşları).        

Yakınları tarafında sevilen, ihtiyaç duyduğunda ilgiyi bulan, fikirlerine değer verilen ve önemsenen, güven duyulan ve sorumluluklar verilen, iyi yaptığı şeyler için övülen, gurur duyulan, hataya yer verilen ve olduğu gibi kabul edilen çocuğun kendisine özgüveni olur.

Buna karşılık ihtiyaç duyduğu yakınlığı, ilgiyi göremeyen, devamlı eleştiriye maruz kalan , önemsenmeyen, sevgi görmeyen çocuk kendisini değerli hissetmez ve özgüveni olmaz.

Özgüven eksikliği yaşayan, kendileri ile barışık olmayan çocuklar:

Arkadaşlarıyla birlikteyken hak ettiği saygıyı göremeyebilir. Yaşıtları tarafından kullanılabilirler.Potansiyellerini gösteremez ve dolayısıyla bunun sonucunda başarısızlık yaşayabilirler. Kendi kararını veremedikleri için sürekli başkalarının onayına ihtiyaç duyarak yaşarlar, sorumluluk almaktan çekinirler.

Prof. Dr. Thomas Gordon'un önerdiği en basit mesaj "Ben" mesajıdır. "Sen kötü bir çocuksun!" ya da "Sen aptalsın!" yerine, "Sen böyle yaptığında, ben ............../............ hissediyorum","Sen oyuncaklarını attığında kendimi sinirli hissediyorum. Ona gerçekten zarar verebilirdin" diyebilirsiniz.

Buradaki mesaj, duygularınızın onun çocuk dünyasına değil onun belirli davranışlarına yönelik olduğudur. Çocuğunuzun ondan ne istediğinizi bilmesini sağlayın. Çocukların düşüncelerini, duygularını ve gözlemlerini dinlemeniz çocukların öz saygılarını artırmaktadır.

Çocuğunuz sizinle bir şey paylaşmak istiyor fakat yorgun veya yoğunsunuz, o an için uygun olmadığınızı ve ne zaman uygun olacağınızı anlatın.

Örneğin yatağa yatış saati, yemek zamanları belli değişmez düzen için gerçekleşsin. Bu tür bir değişmezlik çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlar. Neyin kabul edilemez olduğunu çocuk daha iyi bilir. Evdeki tüm erişkinlerin bu kurallar konusunda anlaşması gereklidir. Farklı ve uyumsuz mesajlar çocuğun kafasını karıştırır.

Çocuğumuza; kendisine özgü yeteneklerini ortaya çıkartmasında yardımcı olalım. Her çocuk birbirlerinden farklıdır. Her çocuğun farklı özellikleri ve yetenekleri vardır. Hepsinin başarılı olduğu alanlar değişiktir. Kendilerinde var olan yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayarak kendilerine güven duymalarını sağlamıasına yardımcı olmuş olursunuz.

 

 

Beklentilerimiz çocuğumuzun seviyesinde olmalı, yüksek beklentiler çocukta değersizlik ve yetersizlik duygusuna yol açabilir, onu aşacak beklentilerinden kaçınmak zorundayız.

Ulaşabilecekleri hedefler koymalıyız.

Çocuğunuza olumlu tutumları öğretirken eleştiri yerine işbirliği yaparak birlikte çalışmalıyız. Şunları yapmaktan kaçınalım:

Suçlamak : “Yine beni kızdırdın.”

İsim takmak: “ Yaramaz bir çocuksun”

ehdit etmek; “Bunu bir daha yaparsan seni parka götürmeyeceğim” 

Emir vermek; “Hemen derslerini bitirmeni istiyorum”

Uyarılar; “O duvara çıkma, düşersin”

Acındırma cümleleri: “Böyle davranman yüzünden hastalanıyorum, görmüyor musun? Senin yüzünden ölüp gideceğim”

Kıyaslamalar; “Ablan/arkadaşların ne kadar iyi notlar alıyor, sen neden onun gibi değilsin?”

Problemlerle başa çıkmak için;

Problemi tanımlayın: “Koridor çamur içinde kalmış”

 

Bilgi verin: “Çamurlu ayakkabıların eve girmeden önce çıkması iyi olur.”

İsteğinizi kısaca tek kelimeyle belirtin: “Ayakkabılar”

Kendi duygularınızı anlatın: “Silip temizlediğim yerleri çamur içinde görünce çok kızıyorum”

 Hatırlatıcı notlar yazın: “Lütfen eve girer girmez ayakkabılarınızı çıkarın”

Cezalandırmak Yerine;

O andaki duygunuzu çocuğun kişiliğini eleştirmeden açık ve net şekilde anlatın:“Notların düşük olmasına çok üzüldüm.”

Kendi beklentinizi ifade edin: “İkinci dönem notlarının daha yükseleceğini umuyorum”

 

Çocuğa kendini affettirme yolu gösterin: “Derslerine daha fazla zaman ayırarak bunu halledebilirsin”

 

Çocuğunuza seçme şansı verin: “Kendin çalışabilirsin veya sana derslerinde yardımcı olacak birisi olabilir, nasıl istersin?”

Çocuğun problemlerini anne-baba olarak çözmeye çalışmayın, çocukların sorunlarla mücadele etmesini bekleyin. Çocukların, çatışmalar ve zorluklarla, nasıl mücadele edildiğini öğrenmeleri gereklidir.

Uzman Klinik Psikolog - Funda Es

ÇOCUKLARIN USTA ÖĞRETİCİSİ “OYUN” - Uzm. Psk. Gözde AY NALBANTOĞLU

Oyun; ağzımızdan çıkan basit bir iki hece gibi gözükse de aslında çocukluk döneminin usta bir öğreticisi olduğunu unutmamalıyız. Çünkü çocuk, dünyaya geldiği ilk andan itibaren oyunla hayatı anlamaya çalışır. Montaigne’nın dediği gibi “çocuğun en ciddi uğraşı oyun, en önemli işi de yine oyundur”…

“Oyunla Çocuğunuzun Gelişimi Destekleyebilirsiniz”

Çocuk için eğlenceli bir öğrenme aracı olan oyun sayesinde çocuğunuzun sosyal-duygusal, zihinsel, fiziksel ve dil gelişimini destekleyebilirsiniz. 

Sosyal-Duygusal Gelişim: Çevresindeki olup biteni öğrenmeye çalışan çocuk, oyun sayesinde hayatı anlamlandırmaya başlar. Kendini özgürce ifade ettiği ve kendi kurduğu bu oyun dünyasında duygularını kolaylıkla oyuna yansıtır. Örneğin 3 yaşında bir çocuğun “anne” rolünü evcilik oyununda oynamasıyla günlük yaşamın provasını yapabilir ve başkalarının duyguları anlamaya çalışabilir.

Zihinsel Gelişim: Oyunla tüm duyu organlarını kullanan çocuk etrafında olup biteni keşfeder, tanır ve bundan bir deneyim elde eder. Örneğin 4 aylık bir bebeğin karşısına geçip tekrarlı olarak sallamış olduğunuz çıngırak ile bebeğin zihinsel gelişimini destekleyebilirsiniz. Burada bebek ilk olarak elinizdeki çıngırağa ulaşmayı hedefler, daha sonra onu yakalar ve ses çıkarması için sallar. Böylelikle bebek tekrarlı bir süreçten sonra neden-sonuç ilişkisini öğrenir.

Fiziksel Gelişim: İnsan hayatının neredeyse tamamını etkilediği düşünülen fiziksel gelişim kuşkusuz ki gelişiminin en hızlı olduğu 0-12 yaş döneminde oldukça önem taşımaktadır. Bu dönemleri sağlıklı geçiren çocuk, yaşamının ileriki yılları için sağlam temeller oluşturmaktadır. Bu yüzden çocuğunuzun gelişiminin en hassas olduğu dönemlerde fiziksel gelişimini desteklemeyi unutmamalısınız. Örneğin 2 yaşındaki bir çocukla top oyunları (topu bir birine atma, topa ayağıyla vurma, vb.) oynayarak onun fiziksel gelişimini destekleyebilirsiniz.

Dil Gelişimi: İletişimin en önemli araçlarından biri olan dil, diğer gelişim alanları gibi oldukça önemlidir. Çocukta önce alıcı, sonra da ifade edici şekilde gelişen dil gelişimi çocuğun oyununun içinde önemli bir yere sahiptir. Oyununda tamamıyla özgür olan çocuk “neden-niçin” sorularıyla kelime haznesini genişletir. Bu sayede çocuk oyunlarıyla anlatılanları daha iyi anlar ve kendini daha iyi ifade eder. Örneğin hiçbir materyale ihtiyaç duymadan çocuğunuzla “Kelime Türetme Oyunu”nu (A harfi ile başlayan bir eşya bul; ‘atkı’ vb.) oynayabilirsiniz.

“Ebeveynler Dikkat!”

Çocuğunuza oyuncak alırken gelişimini destekleyici ve yaş düzeyine uygun olan oyuncakları seçmelisiniz. Unutmayın! Her oyuncak eğitici değildir.

Çocuğunuzla geçirebileceğiniz kaliteli bir zamanı ve duygusal doyumu oyunla şekillendirebilirsiniz.

Çocuklar aslında oyunlarla kendilerini anlatırlar. Böylelikle çocuğunuzu daha iyi tanırsınız.

Hayal güçlerinin aktif olduğu oyunlarda çocuğunuzun yeteneklerini, sınırlarını gözlemleyebilirsiniz. 

Özetle çocuğunuzun oyunlarına müdahale etmeyerek ve yeni oyunlar oynamasına fırsat vererek hayatlarının bu en özel dönemlerini doya doya geçirmeleri için olanak sağlamalısınız.

                                                                            

Uzm. Psk. Gözde AY NALBANTOĞLU

OKUL KORKUSUNA DİKKAT! - Uzm. Psk. Gözde AY NALBANTOĞLU

Büyümek bir çocuk için kimi zaman eğlenceli bir süreçken, kimi zaman da bilinmeyene doğru giden kaygılı bir yoldur. Tıpkı OKULA BAŞAMAK gibi…

Toplumsallaşma sürecine adım attığı ilk ortam olan okul, çocuk için yeni ve bilinmez bir süreçtir. Çocuğun hayatında önemli bir kilometre taşı olan “okula başlama” yeni bir süreçtir ve çocuk için bilinmez olduğundan dolayı zaman zaman beraberinde korku ve kaygıyı getirebilir. Genellikle 6-11 yaş arası görülen okul korkusu daha küçük yaş gruplarında da görülebilmektedir. Çocukta yaşanılan bu duruma zamanında müdahale edilmezse, çocuğun ileriki yaşlarında başka psikolojik problemlere de yol açabilir.

Ebeveynler Peki Ne Yapmalı?

Çocuğunuzu okula hazırlayın! Okul alışverişini eğlenceli kılarak alışverişi birlikte yapın. Okullar açılmadan önce çocuğunuzun okulunu görmesini sağlayın ve bilinmeyen sorularına cevap bulması adına mümkünse okulu gezdirerek (tuvaletin ve sınıfının nerede olduğu gibi…) çocuğunuza yardımcı olun.

Öğretmeni ile tanışın! Kimi zaman ebeveynlerinden ayrılma konusunda sorun yaşayan çocuklar, zihinlerinde “Annem olmadan ne yapacağım? Kimden yardım isteyeceğim?” gibi sorularla okul ortamında korkuya kapılabilirler. Bu durumdan dolayı okul açılmadan önce çocuğunuzu öğretmeni ile tanıştırın ve yardım isteyeceği durumlarda öğretmeninden destek alabileceğini onunla paylaşın.

Sorularını geçiştirmeyin! Okul zamanı yaklaştıkça çocuğunuz heyecan, kaygı gibi duygularla birçok soruya yanıt aramaya başlar. Çocuğunuzun okul ortamında kendini güvende ve rahat hissetmesi için ona rehberlik edin ve sorularına (Ya arkadaş bulamazsam, nasıl arkadaş edinirim, ya seni özlersem, ya eşyalarımı unutursam, vb…)  olabildiğince net, somut ve detaylı yanıtlar verin.

İlk güne dikkat! Çocuğunuz sizden ayrılmak istemeyebilir ve hatta ağlayabilir. Bu durumda kararlı, tutarlı, sabırlı ve sakin olun. Kaygı, ayna görüntüsü olan bir durumdur. Siz kaygılandıkça çocuğunuzun da kaygılanacağını unutmayınız. Daima yumuşak bir tonda onu ne zaman alacağınızı ifade edin ve gülümseyerek onu uğurlayın. Vedalaşmanız bir ayrılık seremonisine dönmeden kısa tutun ve öğretmeninin yönergelerine uyun. Okul çıkışında ise yine gülümseyerek çocuğunuzu karşılayın ve bu rutini hep uygulayın.

Empati kurun! Sizin hayatında olan bazı değişikliklerde (iş değişimi, yeni bir yere taşınmak, çocuk sahibi olmak, vb…) yaşadığınız korkular gibi tıpkı çocuğunuzda bu yeni ve bilinmeyen durumda korku ve kaygı yaşayabilir.

“Bugün karnım ağrıyor” Okulun ilk haftaları çocuğunuz ağlayabilir, okula gitmek istemeyebilir ve hatta nedensiz karın ağrıları ile karşılaşabilirsiniz. Bu durumlar oryantasyon süreci içerisinde olan çocuk için beklenen davranışlardır. Ancak yine de çocuğunuzun duygularını yok saymamalısınız. Yaşadığı duyguları size ifade etmesi için çocuğunuzu cesaretlendirin ve onunla konuşun. Neden korktuğunu ya da okula gitmek istemediğini anlamaya çalışın ve konuyla ilgili okulunuzla iletişimde olun.

Tutarlı Olun! Bir ebeveyn “Bugün okula gitmeli” derken diğer bir ebeveyn evde kalabilir dememelidir. Ebeveynler arasında net bir fikir, davranış ve tutum içerisinde olmalıdır.

Destek Alın! Tüm bu çalışmalar ebeveyn tarafından yapıldığı halde okul döneminden itibaren çocuğunuzda iştah kaybı, isteksizlik (en sevdiği oyunu oynamama gibi), alt ıslatma/dışkı kaçırma, uyku problemleri gibi sorunlar baş göstermeye başladıysa uzman desteği almayı ihmal etmeyiniz. 


                                                                             Uzm. Psk. Gözde AY NALBANTOĞLU


ÖFKENİZİ NASIL KONTROL EDEBİLİRSİNİZ - Uzm. Psk. Gözde AY NALBANTOĞLU

Negatif hisler barındırmasına karşın özünde “öfke” sağlıklı ve doğal bir duygudur. Günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız bir duygu olan öfke farklı şekillerde kendini göstermektedir. Genellikle kişiler hafif sinirlilik halinden, yoğun hiddete kadar değişkenlik gösterir. Kontrol edilemediği zaman kişiler arası sorunlu ilişkilere, iş yaşamında işlevselliğin bozulmasına, fiziksel ve ruhsal sağlıkta önemli sorunlara neden olabilmektedir. Sonuç olarak kişinin yaşam kalitesini düşürmede önemli bir rol oynar.

Peki, öfkeyi yaşayan kişiler için, öfkenin kontrolü nasıl sağlanabilir ya da öfkeyle nasıl baş edilebilir?

Öfke otomatik verilen bir tepki değildir. Onu kontrol edebilirsiniz. Öfkenin şeklini ve sürecini "kendinizin" tayin ettiğini unutmayınız.

“Her şey benim istediğim gibi olmalı!” düşüncesinden çıkmalısınız.

Öfkenizi tetikleyen duygu ve düşüncelerinizi tanımayı öğrenin. "Neye, neden kızıyorsunuz?" 

Öfkenizin altında yatan nedeni düşünün ve bu duyguya çözüm getirmeye çalışın. Böylece öfkeyle vakit kaybedeceğinize, çözüme odaklanın.

Konuşma hızınızı kontrol edin. Yavaşça konuşun ve dediklerinizin anlaşıldığından emin olun.

DUR-DÜŞÜN-HAREKET ET! Öfkeli insanlar genellikle düşünmeden yargılama ve bu yargıları yönünde davranma eğilimindedirler. Öfkeli olduğunuzda önce yavaşlayın ve gösterdiğiniz tepkileri gözden geçirin. O an aklınıza gelen ilk şeyi söylemeyin ve asıl söylemek istediğiniz şeyi düşünün. Karşınızdaki kişinin söylemeye çalıştıklarını dinlemeye ve anlamaya çalışın, hemen cevap vermeyin.

NEFES ALIN! Nefes alıp verme egzersizleri yapıp, sakinleştirici durumlar hayal etmeye çalışın. Bu sıra da kendinizi telkin edin. "Sakin ol!" ya da "Gevşe!"

Daha iyi iletişim kurun.

Uykularınıza dikkat edin, gereken miktarda uyuyun.

Sizi öfkelendiren şeylerden uzak kalın. Kendinize öfkeniz ile ilgili güvenmiyorsanız, o problemden kaçının.

Kendinize alternatifler bulun. Müzik dinleyin, yürüyüş yapın, hobi edinin…


Unutulmamalıdır ki, hiçbir zaman bu duyguyu yok edemezsiniz. Mutlaka bu duyguya sebep olacak olaylar yaşanacaktır. Olaylara bakış açınızı değiştirmek sizin elinizdedir. Bakış açınızın değişmesi, olayların sizde yarattığı öfke duygusunu taşınabilir bir boyuta indirgemenize ve doğru biçimde kontrol etmenize yardımcı olacaktır.



Uzm. Psk. Gözde AY NALBANTOĞLU


MATEMATİKSEL BİR YAŞAMLA ÇOCUĞUNUZU PROJE OLARAK YETİŞTİRMEYİN! - Uzm. Psk. Gözde AY NALBANTOĞLU

Son yıllarda ebeveynler “bilinçli” olmak ile “mükemmeliyetçilik” kavramlarını karıştırmaktadırlar. Bu kavram kargaşası ile çocuk gelişimini güncel olarak takip etmeye çalışan ebeveynler ise biranda kendilerini matematiksel bir yaşamın içinde bulmaktadırlar. Doğumla birlikte milimetrik hesaplara yönelen ebeveynler, “kaç mililitre kalsiyum alacak, büyüdüğünde hangi okula gidecek, kaç yaşında ikinci dili vermeliyiz?” gibi sorularla matematiksel bir yaşamla proje çocuk döngüsünü başlatmış olmaktadırlar.

Mükemmeliyetçi Ebeveynler, Mutsuz Çocuklar…

Mükemmeliyetçi ebeveynler kendi gerçekleştiremedikleri, arzu ettikleri yaşantıları çocuklarının gerçekleştirmesini isterler ve her şeyin en iyisini çocuğundan beklemeye başlarlar. Bu tutum çerçevesinde aile, çocuğun kapasitesinin üzerinde bir hayat sürmesini ve o hayata göre davranmasını ister. Ancak çocuk, beklenilen davranışları, başarıyı göstermediği takdirde ebeveynlerinden olumsuz dönüşler almaya başlar. Çocuk, ebeveynleri karşısında kendini yetersiz görmeye başlamakla birlikte ailesi tarafından sevilmediğini düşünebilir, içe-dönük davranışlarda bulunabilir ya da kızgınlık, öfke, güvensizlik gibi duygular geliştirebilir. Kısacası ebeveynlerinden almış olduğu bu mesajlar doğrultusunda çocuk, yüksek beklentiler arasında sıkışıp kalır ve mutsuz bir hayat sürmeye başlar.

Beklentinizi Yüksek Tutmayın!

Çocuğunuz için en iyisini istemek, ona en iyi eğitimi vererek sağlıklı bir gelecek sunmak bütün ebeveynlerin hakkıdır, ancak aşırıya kaçmadan… “Benim çocuğum dört dörtlük yetişmeli… Çok iyi bir ebeveyn olmalıyım… Hafta sonu bale ve piyano, dört gün ise özel ders almalı” gibi proje düşünceler içerisinde bulunduğunuz sürece çocuğunuzun karakterine olumsuz bir etkide bulunacağınızı unutmayınız. 

Ebeveynleri olarak zihninizde tasarladığınız gibi “proje bir çocuk” yetiştirmek yerine çocuğunuzun istek ve ihtiyaçlarına göre bir yaşam yaşamasını sağlamalısınız. Bu yüzden de çocuğunuzu tanıyınız ve onunla doğru iletişim kurmalı, ona zaman ayırmalı ve duygularını, ihtiyaçlarını aktarması için ona sık sık cesaret vermelisiniz.

Unutmayınız ki çocuğunuz için bir karar vereceğiniz zaman kendi beklentileriniz ya da kendi istekleriniz değil, çocuğunuzun istekleri ve yetenekleri önceliğiniz olmalı.

Mevlana’nın dediği gibi “İletişim aynı dili konuşmak değil, aynı duyguları paylaşmaktır…”



                                                                             Uzm. Psk. Gözde AY NALBANTOĞLU